Hep dinledik. Yaşı kemale ermiş insanlardan, sırf ‘belki yine eskilerden bahseder’ umuduyla Ondokuz Mayıs Lisesi’nin karşısındaki Temel Spor’un sahibi Temel Keskindemir’den dinledik Kırmızı Şimşeği… ‘Forma bakmaya geldim’ lafı bahaneydi tabi. Bir ufak soruya bakardı eskilerden bahsetmesi…
Hep dinledik. Yaşı o kadar da ilerlememiş ancak kaza döneminden önceki efsane Samsunspor’u yerinde izleyebilmiş: arkayı fenerlediğimiz, şampiyonluğu son haftalarda kaçırdığımız maçları ufak bir çocukken seyredebilmiş olan insanlardan dinledik Kırmızı Şimşeği…
Hep dinledik. Lanet kazadan sonra yine de yekvücut ayakta olan Samsunspor’u, yaşı ancak 90’larda ‘ille de şehrimin takımı’ diyen bir çocuk olmaya yeten rahmetli Volkan abi ve onun yaşça akranlarından dinledik Kırmızı Şimşeği… İsmail Uyanık jenerasyonunu, Crystal Palace eşleşmelerini, Balkan Kupası zaferini, iskeletini Samsun’un yerlisi oyuncuların oluşturduğu o takımı hep başkalarından dinledik.
Hep dinledik. Bizden sadece birkaç yaş büyük olan insanlar Serkan vardı, Celil vardı, Musa vardı. Keşke görseydiniz, yetişseydiniz dediler. Anlatıp durdular. Yetişemedik. Bize de ‘biz de yaşayacağız’ umuduyla bu renklere kArŞılıKsız gönül vermek kaldı.
Hep dinledik. Çünkü ben ve benim yaşıtlarımı Samsunspor sportif başarı bakımından mutlu edemedi. 1 sezonluk bir Süper Lig macerasından, üst üste 2 sene play-off finali izletmekten başka bir heyecan veremedi. Siyasi emellere kurban edilmiş, yönetilememiş bir takımdık. Arma sağ olsun. Zaten bu takıma biz hiç ‘her sene şampiyon olalım’ gibi bir motviasyonla gönül vermedik. Bizden olduğu için gönül verdik. Okuduğumuz okuldan, gezdiğimiz caddeden, yediğimiz yemekten, oturduğumuz binadan, konu komşumuzdan, arkadaşımızdan, hafif yayık konuşma dilimizden birer parça taşıdığı için sevdik. Belki de bu yüzden 7 Mart 2012’de, 18 Mayıs 2014’te, 5 Haziran 2015’te, 28 Nisan 2018’te yaşatılanlar yaraladı bu kadar derinden. Hiçbir hüzün bireyselleşmedi çünkü. Taşıdığımız yük, koca bir şehrin boynunun büküklüğüydü.
Ocak 2018’deki ‘DİRENİŞ’ yürüyüşüne de işte böyle hep dinleyerek, biraz da avunarak geldik. ‘Tamam, bugün şartlar böyle. Ama yarınlar bizim.’ mottosunun verdiği birikimle yaşam sürdük o zamana kadar. Amma velakin, bu bataklıktan sıyrılabileceğimize dair benim şüphelerim vardı. Kafamı çevirdiğimde gördüğüm renktaşlar kadar yürekten inanmış bir vaziyette orada değildim. 1 sezon Süper Lig’de izleyebildiğim takımı bir daha oralarda/daha da yükseklerde göremeyeceğimi, 3+1 takımdan birini tutanların bizle dalga geçmeye bir ömür boyu devam edeceğini düşünüyordum. Neyse ki hem geç hem güç olsa da ait olduğumuz yere geri döndük.
Samsun’dan uzak bir şehirde öğrenim görüyorum. O yüzden bu seneki Göztepe ve Fenerbahçe maçlarından sonra ardı arkası kesilmeyen gözyaşlarımın sebebini kimseye anlatamıyorum burada. Beraberliğe mi seviniyorsun, diye soruyorlar. Anlatıyorum hep dinlediğimizi, hep avunduğumuzu ama hiç yaşayamadığımızı. Anlamıyorlar. Görseydi Emin kaptanın aklına tribünlere çektiği ‘rövanş’ yumruğu gelirdi diyorum, Volkan ağabey ‘takım tutuyoruz şampiyon olamıyoruz, ne zaman gülecek bizim yüzümüz?’ lafını şimdi olsa geri alırdı diyorum. Boş boş bakıyorlar. ‘Siz bir de bu takımı eski stadımız varken izleyebilseydiniz’ diyorum. Onu da anlayan yok. Varsın olmasın. Benim gibi düşünen insanların varlığından buralarda pek olmasa da memleketim Samsun’da fazla fazla olduğunun bilincinde olmam yeterli.
Reis’in Samsunspor’u işte bizi böyle mutlu ediyor…
Hocanın oynattığı futbol ve karşılığını aldığımız ligdeki konumumuz, Ranieri’nin Leicester’ına, Ertuğrul Sağlam’ın Bursaspor’una göz kırpıyor. ‘Acaba?’ dedirtiyor. ‘Avrupa”ya uçmak için ne kadarlık bir kredi çekebiliriz?’ diye düşündürüyor. Akıllara ‘şampiyonluk kupası bir gün Çiftlik Caddesinde gezer mi?’ sorusunu getiriyor. Her saat başı puan durumunu açıp fikstürle karşılaştırma yaptırıyor. Ana akım da İstanbul’un bu köhnemiş düzeninden öylesine bıkmış ve Atatürklü Arma’yı öylesine özlemiş olacak ki bu sezon ‘Samsunsporsuz Süper Lig Süper olsa ne olur?’ sözünü hiç olmadığı kadar doğruluyor Teoman Taş’ın…
Ligin en iyi topunu biz oynuyoruz. Bu topu oynadığımızın bir de ispatını sunmak zorundaymışız gibi bir algı çalışması yürütüyor tabi Fenerbahçe medyası. Bizi başkalarıyla karıştırdıkları için üzülüyorum onlar adına. Odaklanmamız gereken bir Galatasaray maçı var. Onların-ve diğer İstanbul takımlarının zaten- hak etmediği liderlik koltuğuna 3 puan uzaklıktayız. Yeneceğimiz takdirde milli araya lider girebiliriz. Yenildiğimiz takdirde rüya bitebilir, rüzgar tersine de dönebilir. Malum kısıtlı bir kadromuz var. Ama sonuç ne olursa olsun ben 2 sezondur hepsinden razıyım: bu şehre benliğini hatırlattıkları, milyon Eurolarla kurulmuş kadroları birer birer altlarına aldıkları ve bu taraftarı güzel günlere inandırdıkları için…